Bahattin Çulsuz
Bilim, bilim olmasına bilim ama, ahalinin kendince bildikleri var. O ermişlerin hikmeti der, sen hurafe dersin. Sonunda ahalinin türettiği şeyler bilim olup çıkar. Yani baklava olur pırasa, şahinin yerine geçer yarasa Araştırma şirketi anketini yapmış, Kadir bilir ahalinin yüzde 94’u “Koronavirüs salgınının” farkındaymış. Anket bunun farkında ama ahali kendisindeki bu ferasetin farkında değil. Bre yiğitler! Bu kadir bilir ahaliden beklenecek bir şey mi?
Ahali hastalığın bilincindeymiş. Nah bilincinde!!
Teyze atkısını başına koymuş, caminin dışında kocasını bekliyor. Televizyoncu oğlan soruyor:
“Kocanın camiye gitmesi tehlikeli değil mi?”
“Değil oğlum”
“Niye değil? Salgın var, içeride burun buruna namaz kılıyor bunca insan.”
Kadın ne kadar cahilsin, der gibi muhabirin sıfatına bakıyor.
“Evladım” diyor. “Onlar camiye gitmeden abdest aldıklarından… Abdest alırken bizi melekler yıkadığından… Hastalık bize gelmez. ”
Dünya tıbbına “damar damar üstüne binmiş” teşhisi ile benzersiz bir katkıda bulunan Türk insanının
kendine güveni ile hiçbir virüs baş edemez.
1348’deki veba salgını İtalya nüfusunun dörtte üçünü mezara sokmuş. 1670’lerdeki salgın İngiliz milletinin yarısını yok etmişti.
Aynı salgın Avrupa nüfusunun dörtte birini yok etmiş. Ne hikmetse bu salgınlar Anadolu’ya dayandıktan sonra hız kesmiş.
Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde hep aynı sonuç yaşanmış. Bu coğrafyanın bir bildiği mi var acaba?
İspanya’dan gelirken kazara Türk korsanların eline düşen Senyör Pedro da aynı görüşte.
Elindeki bir sağlık
kitabına güvenip, kendini Piri reis ve korsanlarına doktor olarak yutturan Pedro böylece İstanbul Kaymakamı Sinan Paşa’ya kapılanıp ağır iş yapmaktan kurtulmuş.
O ki Beşiktaş’ta cami ve külliyesi bulunan Sinan Paşa’dır, Sadrazam Topal Rüstem Paşa’nın kardeşi olup, İstanbul’un padişah ve sadrazamdan sonra üçüncü önemli insanıdır.
Pedro firar edip ülkesine döndükten sonra yazdığı kitapta Sinan Paşa’nın doktorların elinden çektiklerini anlatır.
Sinan Paşa acılar içindedir. Beşiktaş’taki konağı kendisine doktor diyen şarlatanların işgâli altındadır. O şarlatanlardan biri akıl verir:
“Siyah renkli bir Kıbrıs eşeği bulunacak. Paşa eşeğin altından filanca duayı okuyarak yedi kere geçecek. Şifa bulmazsa gelin benim kavuğumu…”
Birkaç gün sonra firar edecek olan Pedro’nun da şahit olduğu bu sahne acılar içinde yaşanır. Şişman biri olan paşa eşeğin altından binbir zahmetle geçer. Istırabı daha da artar. Pedro, firar edip ülkesine gittikten sonra Paşa’nın bu başarılı (!) tedaviden bir iki hafta sonra vefat ettiğini duyar. Aferin doktorlara. Yazıklar olsun faydasız Kıbrıs eşeğine.
Adam kartvizit bastırmış. Çıkık kırık, sünnet, bel ağrısı, diş ağrısı derken araya bir hizmet daha sıkıştırmış: “Kafada su birikmesi tedavi edilir.”
Sonuç! Tıbbiye mezunu doktorlar muayenehaneye günde üç beş kişi gelirse sevinirken, beyin suyunu tahliye eden çakma sağlıkçının kapısında ahali kuyrukta. Ya Devenin sidiğinden derman deyip ahaliyi sidik alma yarışına sokan cingöz hocalara ne demeli.
Türk ahalisi bilimin sesinden çok kocakarı fısıltısına kulak verdiğinden ortaya acayip durumlar çıkar. Son olarak birileri “Tonik denen içecek koronavirüsünün hakkından gelen düşmandır, kim günde bir bardak içerse virüs helak olur” söylentisini yaymış. Marketlerde tonik yok.
Bir cin tonik yapayım da keyfime bakayım, desen yolda kaldın. Mecburen cine meyveli maden suyunu katıp zıkkımı mundar edeceksin.
Bre nabekârlar! Bu tonik denen zımbırtıyı içtiğin zıkkıma katma icadını İngilizler çıkarmış. Denizaşırı ve tropik iklimli sömürgelerde görev yapan İngiliz subayları sıtmadan korunmak için cine veya votkaya sıtmaya karşı etkili olan cinin içeren tonik katmışlar.
Sen ne ara bunun “koronavirüse” birebir geldiğini hükmettin?
Sağlığın başına dikilen hükümet adamının verdiği onca akıldan hiçbirine kulak asmazken, aynı hükümet büyüğünün “Bol bol dua okuyun, bu virüsün hakkından öyle gelirsiniz” mealindeki akıllara sarılıyorlar.
Ondan sonra da sokağa çıkma yasağını deliyorlar. Neden sokaktasın, diyene de “Ben duamı okumuş çıkmışım, sana ne” diye babalanıyorlar.
İş dualara kaldı mı ucu teee Eshab-ı Kehf’e yani “yedi Uyuyanlara” kadar gider. Bunlar Romalı komutan Dekyanus’tan kaçarken saklandıkları mağarada üç yüz yıl uyuyan yedi kutsal kişidir ki isimlerini bildirmek üzerime farz oldu.
Yemliha, Mekselina, Mislina, Debernuş, Şazenuş, Kefeştatayuş, Mernuş ve bir de Kıtmir diye köpekleri var.
İsimleri neyimize gerek demeyin. Bu isimleri bir kâğıda yazıp bebeğin beşiğine asın. O bebe geceleri
katiyen zırlamaz. O kâğıdı yakıp küllerini eve saçın, o evde daha da yangın çıkmaz.
Meyve bahçesinde bir ağaca as, meyvelere kurt girmesin. Suyun içinde beklet, o suyu dişi ağrıyana içir iyileşsin. Doğuracak kadına sancısı başladığında içir, bir avazda doğuruversin.
İşin bir de püf noktası var. Yedi uyuyanları kâğıda yazacaksın ama köpekleri Kıtmir’i aralarına katmayacaksın.
Bizim itikadımızda köpek mundar olduğundan melekler onun adının yazılı olduğu yere gelip, mesuliyet almazlar. Tedbir boşa gider.
Koronavirüsün de ilacı budur. Piyasadan tonik meşrubatının çekilmesini araştırırken öğrendim, bu işle ilgisi varmış. Yedi uyuyanların adını kâğıda geçirip tonik şişesine atıyorsun. On iki saat sonra içiyorsun. Virüs illeti katiyen bünyeye yapışamıyor.
O bile bir virüsken evliya mertebesindeki kişilere bulaşılmayacağını biliyor. Bu da Allah’ın bir hikmeti işte, ateistler gelsin bunu da izah etsinler!