MİTHRA ÇİYAYİ
Öfke ırmaklarına tutulmaya görsün beyin. Korkunun, hüznün ve kendine acımanın öfkeye dönüştüğü an… Yalnızlığın tanrıya mahsus olduğunu unutur, şaraplı kuytuların serabına kapılır deli gönül. Yüreğindeki acı beynini esir alır, yaşam içinde yaşamsız bir avareye dönüştürür. Bir de şikâyet, yadırgama ve suçlanacak tek nesnenin, kendin olduğunu düşündüğün an, şaraba ve kara kaleme vurur sönmüş son enerji pırıltıların. Yargıyı ve yazgıyı hesaplamak şeytana düşmüştür. Şeytansa yitik toplumların, ocak ateşi sönmüş bireylerin pelteleşmiş beyin damarlarında can bulur. Ve ilk defa şeytanla yol arkadaşlığın başlamış gibi bakarsın yaşama. Yaşam acı ve kin, korkaklık ve öfkeyse ve sen içinde kalmış son serçe olduğunu düşünsen de bir ayağın ipliğe bağlıdır. İpliğin ucu ise seninle sırdaş ve yoldaş olan şeytanın elindedir. Şeytan ana, şeytan yar ve özlemi içinde kavuran ateşin fitilidir.
Bütün kaçış noktalarının sırlı deşifresi ölmüştür. Tek koşturma kalmış ölüme. Ve yine şeytan senin celladındır. Ne elinde bir balta ne de nur yüzlü bir rahibedir. Basbayağı seninle olan bir ömre, seninle olacak olan yüreğinin yarısıdır. Gılgamış destanındaki ölümsüzlük suyuna bir özlem ve Anka kuşuna duyulan sevdasın son düşe yatmadan öncesidir. Düşle gerçekliğin birlikte baş rol oynadığı film salonlarındaki tek seyircisin. Antik sinemaların, müzelik tiyatro salonlarının son perdesini sen indireceksin kendi yaşamında. Onu ve onun gibilerini ölümsüzleştirmek için, mil çekmelisin gözlerine, kulaklarında şahın gözlerde olmayacak, eline bastonunu verebilecek bir torundan yoksun ve devri aleme karışmadan sürteceksin sokak köşelerinde. Vereme yakalanmayacak şarap kokulu nefesin ve son ten kokusunu unutmadan, bir de birlikte ölçtüğün kuytu köşelerini resimlenmiş sayfası…
MİTHRA ÇİYAYİ
Öfke ırmaklarına tutulmaya görsün beyin. Korkunun, hüznün ve kendine acımanın öfkeye dönüştüğü an… Yalnızlığın tanrıya mahsus olduğunu unutur, şaraplı kuytuların serabına kapılır deli gönül. Yüreğindeki acı beynini esir alır, yaşam içinde yaşamsız bir avareye dönüştürür. Bir de şikâyet, yadırgama ve suçlanacak tek nesnenin, kendin olduğunu düşündüğün an, şaraba ve kara kaleme vurur sönmüş son enerji pırıltıların. Yargıyı ve yazgıyı hesaplamak şeytana düşmüştür. Şeytansa yitik toplumların, ocak ateşi sönmüş bireylerin pelteleşmiş beyin damarlarında can bulur. Ve ilk defa şeytanla yol arkadaşlığın başlamış gibi bakarsın yaşama. Yaşam acı ve kin, korkaklık ve öfkeyse ve sen içinde kalmış son serçe olduğunu düşünsen de bir ayağın ipliğe bağlıdır. İpliğin ucu ise seninle sırdaş ve yoldaş olan şeytanın elindedir. Şeytan ana, şeytan yar ve özlemi içinde kavuran ateşin fitilidir.
Bütün kaçış noktalarının sırlı deşifresi ölmüştür. Tek koşturma kalmış ölüme. Ve yine şeytan senin celladındır. Ne elinde bir balta ne de nur yüzlü bir rahibedir. Basbayağı seninle olan bir ömre, seninle olacak olan yüreğinin yarısıdır. Gılgamış destanındaki ölümsüzlük suyuna bir özlem ve Anka kuşuna duyulan sevdasın son düşe yatmadan öncesidir. Düşle gerçekliğin birlikte baş rol oynadığı film salonlarındaki tek seyircisin. Antik sinemaların, müzelik tiyatro salonlarının son perdesini sen indireceksin kendi yaşamında. Onu ve onun gibilerini ölümsüzleştirmek için, mil çekmelisin gözlerine, kulaklarında şahın gözlerde olmayacak, eline bastonunu verebilecek bir torundan yoksun ve devri aleme karışmadan sürteceksin sokak köşelerinde. Vereme yakalanmayacak şarap kokulu nefesin ve son ten kokusunu unutmadan, bir de birlikte ölçtüğün kuytu köşelerini resimlenmiş sayfası…
Bir sen bileceksin bir de senden ayrı olan ve size düşler sofrasında şahitlik eden iki dost, çağların unutulmaz sevdalıları. Diline yağdan cambazlar damıtılmış, gözlerin de ayni perdenin ayrılık seansları, kulaklarında kürdün ezik klasikleri. Acı çiçeklerinin her gece açtığı sokaklara uğramayacak, ayrı rezil yaratıkların hüzün bahçesine bir senfonide sen eklemeyeceksin. Bir yaşamın, bir mesleğin ve şirin dillere destan, bir anında olmayacak. Ayrılık otlarının biçicisi de. Elinde Hayyam’dan çalma birkaç dörtlük ve Pablo Narunde’den alınmış birkaç sürgün kopi anılar. Gelde anlat dil bilimcisine dilsizliğini…
Bir sen bileceksin bir de senden ayrı olan ve size düşler sofrasında şahitlik eden iki dost, çağların unutulmaz sevdalıları. Diline yağdan cambazlar damıtılmış, gözlerin de ayni perdenin ayrılık seansları, kulaklarında kürdün ezik klasikleri. Acı çiçeklerinin her gece açtığı sokaklara uğramayacak, ayrı rezil yaratıkların hüzün bahçesine bir senfonide sen eklemeyeceksin. Bir yaşamın, bir mesleğin ve şirin dillere destan, bir anında olmayacak. Ayrılık otlarının biçicisi de. Elinde Hayyam’dan çalma birkaç dörtlük ve Pablo Narunde’den alınmış birkaç sürgün kopi anılar. Gelde anlat dil bilimcisine dilsizliğini…