Sevgili Ferda Cemiloğlu’nun vedasına çok üzüldüm. Diyarbakır tarihi açısından temel bir kaynak olan Cemilpaşazadeler’in en önemli temsilcilerinden biriydi. Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası dergisi adına kendisiyle, restorasyonda olan Cemilpaşa Konağında çok güzel bir röportaj yapmıştık. Hakikatten bir yakın tarih tanıklığıydı… 1915 tehcirinde ailelerini kaybeden çok sayıda çoçuğu, özellikle de kız çocuklarını (anneannem dahil) koruma altına aldıkları anlatılırdı. Benim için bu kısım oldukça önemliydi. O yüzden kendisine özellikle bu soruyu sormuştum….
Bir insanın hayatı, başka hayatların toplamından oluşur. Binlerce yaşantı, binlerce tuğla gibi örülerek tek bir vücutta yeniden inşa olur. EkoDiyar’ın bu sayısına konuk olan Ferda Cemiloğlu, ailesine ait kimlikleri taşıyan, Cemiloğlu ailesinin misyonunu temsil eden ve 18’inci asırdan bugüne devam eden kimlik ve benlik mücadelesini bünyesine bir nakış gibi işlemiş önemli bir isim…
Cemiloğlu ailesi, Cizre-Silopi bölgesin en önemli aşireti olan Azizanların bir kolu olarak 15’inci yüzyılda Diyarbakır’a yerleşiyor. Osmanlı paşası ve Yemen valisi Ahmet Cemil Paşa’nın ismine atfen Cemilpaşa ailesi olarak anılmaya başlıyor. Osmanlı salnameleri, aile ve belediye arşivlerinde aileden, Mir-Ül Ümera Hafız Abdullah Oğlu Ahmed Cemil Paşa diye söz eder. Diyarbakır ahalisinde Cemilpaşazadeler, Cemilpaşalar veya Malbata Cemilpaşa (Cemilpaşa Ailesi) olarak bilinir.
Ailenin birçok unvan, isim ve kimliğe sahip olması Ferda Cemiloğlu’nun kimliğine de yansımış. Geçmişe göre adı Ferda Cemilpaşa… Doğduğu ve yaşadığı Orta Doğu ülkelerine göre adı Ferda Mustafa Cemil Paşa… Türkiye’deki soyadı kanununa göre adı Ferda Cemiloğlu. Evlenirken ki soyadı Çilalioğlu… Kürdistan’da ise Ferdaxan….Bütün bu isimler ona ait. “Biliyorum çok karmaşık ama bu karmaşayı yaratanlar utansın” diyor Ferda Hanım…
Ferda Hanım çok teşekkür ederim geldiğiniz için. Sizinle evinizde, Cemilpaşa Konağında söyleşi yapalım istedik… Önemli figürleri, tarihi, beraberinde taşıyan köklü bir aile Cemiloğlu ailesi. Sizi ve ailenizi tanıyabilir miyiz? Bu aileyi temsil etmek sizde nasıl bir his uyandırıyor?
Aile olarak hem handikapımız aynı zamanda da övündüğümüz üç şey var. Birincisi Cemilpaşa Konağının çok eski bir yapı olması, 15. asıra kadar gidiyor tarihi, sistematik olarak her bir asırda en az üç tane handikap yaşandığı için Ortadoğu’da ve bilhassa bizim coğrafyamızda, bizim aileye baktığınız zaman yakın yüzyıla baktığınız zaman, ne kadar isyan varsa Diyarbakır hep etkin rol oynamış. Ve bazı aileler bu isyanların liderliğini yapmıştır. Bu ailelerden bir tanesi de malumunuz Cemiloğlu ailesi. İsyanlar sırasında en büyük bedeli ailedeki damatlar ödemişler. Bu misyonu taşımak gerçekten zor, ama bir taraftan da naif bir yanımız var, mağdur edebiyatı yapmıyoruz, “bedel ödedik” kelimesini sevmiyoruz. Kim olduğunuzu bildiğiniz zaman ve özgüveniniz tam olduğu zaman, gücü yüreğinizden ve milletinizden aldığınız zaman, o güç nerde kiminle olursanız olun sizi ayakta tutuyor.
Biz bütün kötülüklerin içinde hep güzel şeyleri hatırlıyoruz. Çok karamsar değiliz, hata yapmaktan korkmayız. Çünkü hata yapmak çok doğal bir duygudur ve herkesin hata yapma hakkı vardır. Benim, milletime ve yaşadığım ortama koşulsuz bir sevgim var.
Ailenin kadını da erkeği de okur yazar. 1800’li yıllarda üniversiteyi, liseyi okumuş kadınlı erkekli bir yapımız var. Konağın mimarisine baktığınız zaman erkeklerden çok, kadınlara uygun bir yapı göreceksiniz. Doğum köşesi var, banyoların yanında kadınlar için dinlenme odaları var, tuvalet banyo yapının içindedir. Konağın mimari yapısı, kadının günlük hayattaki işlerini kolaylaştıracak şekilde tasarlanmış.
Bir tür burjuva tarzı yaşamdan bahsediyoruz. Bugün, yani yaklaşık iki yüzyıl sonra Diyarbakır’da, anlattığınıza paralel, bir burjuvaziden söz etmek zor, siz bu konuda ne düşünürsünüz?
Belirlemeniz doğru olabilir ama daha pozitif bakmak lazım bu duruma. Bu siyasal ve sistematik yok edilmedir. Dolayısıyla siz bütün yerleşik kültürleri yok ederseniz, köyleri kayıtsız şartsız boşaltırsanız, zorunlu olarak bu değişim gerçekleşir. Ama önemli olan bundan sonra ne yapılması gerektiği.
Dünya arşivlerine ulaşabiliyoruz artık, internet var. Diyarbakır’ın sokaklarına baktığınız zaman iki şey dikkatiniz çeker. Birincisi hiçbir duvar 90 derece değildir. Atların ve hayvanlarını geçişini kolaylaştırmak adına yapılan bir şey, Avrupa’da da bu tarz mimari söz konusu, ikincisi kaldırımları alçak. Kaldırımlar ne kadar alçaksa o ülke o kadar medenidir. Dolayısıyla aslında burjuva kültürü bu şehrin her metrekaresine işlenmiştir. Önemli olan bu kültürü açığa çıkartabilmek.
Kürdistan coğrafyasında iki ana gövde var. Birincisi Bedirhaniler, ikincisi ise Cemiloğulları’dır. Aslında bu iki ana gövdenin de tek bir kökten geldiği söylenir (Azizanlar’a atfen). Diğer taraftan da ailenin Halid Bin Velid’in torunlarından Osmanlı dönemi Diyarbakır valisi Abdulaziz’e dayandığı söylenir bu durumu teyit eder misiniz?
Biliyorsunuz o dönemler derebeylikleri ve mirlikler var ve sürekli birbirleriyle husumet yaşıyorlar. Amca çocukları arasında çatışmalar var. Bu çatışmalar sonucunda Azizan aşireti ikiye bölünüyor ve bir kolu Cizre’den Diyarbakır’a geliyor. Diyarbakır kolunu biz oluşturuyoruz. İki kola ayrılmasına rağmen Bedirhaniler ve Cemilpaşalar 3-4 nesil birlikte de çalışmışlar.
Husumet ve çatışmalara rağmen, dil, kültür gibi önemli meselelerde ortak bir çalışma geliştirdiklerini görüyoruz. Ailenin her bireyinde bu hassasiyet var. Mesela annem her şeyi dolaylı anlatmayı seviyor. Merdivenlerden inerken serzenişte bulunuyor. “Her yerim çok ağrıyor ama ağrımayan tek bir yerim var o da benim dilim yani konuşursam rahatsız olmayın” der. Dil meselesi bir hassasiyettir. Biz de böyle bir ortamda büyüdük. Annemin bir diğer hassasiyeti de Fenerbahçe’dir. Koyu Fenerli’dir annem, 85 yaşına rağmen Fenerbahçe maçlarını hala yakından takip eder. İyi de şiir yazar.
Ailenin hemen hemen her bireyi özellikle Ekrem Cemil Paşa, Kürdistan Teali Cemiyeti’nde mücadele vermiş. İlk Kürt Avrupa lobisinin öncüleri de Cemiloğulları’dır. Bunun ciddi sıkıntıları da var. Nerdeyse aile Türkiye’nin dört bir yanına dağılıyor. Kastamonu, İzmir, Trakya… Suriye’ye yerleşenlerin sayısı çok fazla. Sizin aileniz de Suriye’ye yerleşenlerden. Siz de Suriye doğumlusunuz, sanırım ilk kez 16 yaşınızdayken Türkiye’ye geliyorsunuz. Bu şekilde ardı arkası kesilmeyen sürgünler, dramlar yaşanıyor. Sürgünlere, baskılara bir son verebilmek için Avrupa ve Amerika’ya gidenler var. Bu durum doğal olarak kozmopolit bir aile yapısı çıkartıyor ortaya. Bu durum, yani dünyaya dağılma hali, zamanla dünya vatandaşlığı geliştiriyor. Bu size ne hissettiriyor?
Cemilpaşa’ların ilginç bir geni var. Dünyanın neresinde olursak olalım affa uğradıktan sonra Türkiye’ye geri dönüyoruz. Peru’dan, Nikaragua’dan gelenler var. Herkes bulunduğu yerde mücadelesini veriyor, Kürt lobisini yapmaya devam ediyor. Çok önemli bir bilgi ağımız var. Dünyanın hiçbir yerinde memurumuz yoktur, hiçbir devletten ihale almamışız, kız, erkek ayrımı yok bizde. Çok ciddi iş bölümümüz var. Kardeşim mali işlerden sorumludur, diğer kardeşim Ankara ayağından sorumlu, abim şirketlerden sorumlu. Bugün dünyanın herhangi bir yerinde ailemden kim beni ararsa teredütsüz koşuyorum ve yardım etmeye çalışıyorum. Bizde hırs yoktur, kin yoktur. Ailenin adına mallar var, alıp çalıştırmamız gereken ama babamın vasiyeti üzerine mallarımızın mülkiyetini almadık, insanları yerlerinden etmedik.
Kürdistan’a gittiğimizde orada çok ciddi bir heyecana tanık oluyoruz. Çok ciddi bir modernleşme var. Tabii ki kendi içerisinde çelişkilerini de büyüten bir modernite bu. Erbil’de önemli bir değişim ve dönüşüm yaşanıyor. Erbil’in her noktası açık bir inşaat alanı gibi. Sadece yatırımlar değil, diğer alanlarda da, sosyal, siyasal, kültürel vs. heyecanlı bir dinamizm var. Buradan da, ister istemez, şu soru geliyor aklıma, acaba Diyarbakır önemini yitiriyor mu?
Ben yaşama bir bütün olarak bakıyorum, tek parça bakıyorum. Erbil ve Diyarbakır’a da ayrı ayrı değil, bir bütün olarak bakıyorum. Dünyanın her tarafına konferansa gidiyorum ve ben kendimi hep Türkiye Kürd’ü olarak tanıtıyorum. Ama uluslararası kabul edilen bir oluşum var artık Kürdistan’da. Bu insana çok güven veriyor. Dünyanın her tarafından birileri koltuklarının altında dosyalarla geliyor, dolayısıyla bütün bilgiler elimize geliyor. Onları inceleme şansı oluyor. İkincisi dünyadaki bütün Kürtler geri dönüyor. Kurumsallaşma söz konusu, uluslararası yasalar uygulanıyor artık. Şimdi sınırlarda çok ciddi kontroller var, prosedürler var, standartlar var, çok ciddi dünya markaları girdi artık Kürdistan pazarına. İnanılmaz bir eylem planı var. Havaalanının oluşu çok önemli. Fuarlara geliş gidiş çok kolaylaştı artık bunun ticarete de ciddi katkıları var. İstanbul’a dört uçak iniyor ve hepsi de ful. Doğal olarak da, süreç çok hızlı gelişiyor ve değişiyor.
Erbil ve Diyarbakır meselesine bir bütün olarak baktığınızı söylediniz. Yine de, bu iki kent arasında, Paris ve Londra arasındaki rekabete benzer bir rekabet yaşanabilir mi? Siz bu tarz bir rekabeti hissediyor musunuz?
Sanmıyorum belli dengeler var ve o dengelerin bozulmasını istemiyorlar. Her sene yapılan ciddi konferanslar var. Ciddi bir sahiplenme var. İlk Kürt hareketinin Diyarbakır’dan başladığı söyleniyor ve bu tarihe sahip çıkılıyor, rakip olarak görmüyor ve kültürün bir parçası olarak görülüyor ve ekleniyor. Bir bütün olarak bakılıyor ve bütünleştiriliyor. Çatışma yerine içselleştiriyor, Kürdistan’da böyle bir siyaset mevcut. Ve çok da büyük bir hayranlık var Diyarbakır’a. Diyarbakırlı olmanız yeterli. Bu da yüzyılların getirdiği bir sevgidir.
Cemilpaşa Konağında yaşanan kültür, alışkanlıklar, farklılıklar hakkında bilgi verebilir misiniz? Mesela konakta, kadınların yaşamını kolaylaştıracak bir mimari olduğunu söylediniz. Burjuva tarzı bir yaşam söz konusu bir yandan. Benim okuduklarımdan aklımda kalan şöyle bir şey var: konakta av partilerine çok önem verilir. Bununla ilgili ritüeller var. Şahinlerin avda kullanılması, bununla ilgili hazırlık süreçleri, otomobil tutkusu gibi… Bu konuları bizimle paylaşır mısınız?
Geniş ailelerin aristokrat olabilmesi için üç tane kriter var. Birincisi atlarının olması, şahinlerinin olması ve çok güzel kuşlarının olması gerekiyor. Şahin avlamak için güvercinler kullanılırdı. Güvercinler çok iyi eğitilir arkalarına ağ örülür iki kanadına yerleştirilirdi. Şahinin olduğu bölgeye gidilir, çadırlar kurulur aileler oraya gider ve güvercinler salınırdı. Şahin, kuşu yakalar ve aşağıda gürültü yapılır şahin sesten ürker ve güvercini bırakır, bırakırken pençesi ağa takılır ve dengesini kaybeder ve aşağıya düşerdi.
Bu av kültürü hala devam ediyor. Şahinin kanatları zarar görmesin diye çok iyi muhafaza edilirdi. Göz kapakları dikilir görmesini engellemek, korkmasına ve çırpınmasına mani olmak için. Günde iki kilo kırmızı etle beslenirdi. Sabırla yapılırdı bunlar. Bu süreçte de şahin size alışır ve sizinle yaşamaya başlar, size alışır ve çok sadık olurlardı. Hayvanların frekansını yakaladığınızda ortak yaşam gelişirdi.
Av partileri çok uzun zaman alırdı. Bazen bir şahini yakalamak için iki ay bile beklenirdi. Şahinlerin fiyatı arabalardan bile pahalı olabiliyordu. Atlarımız da çok meşhurdur. Yarışlara giren atlarımız vardı. Atlarımız gerçekten dillere destandı. Her sabah sarımsak yedirirdik kuşlarımıza, çocukken bize verilen en büyük ceza, sarımsakları ayıklamak ve kuşlara yedirmekti. Bu tamamıyla hayvana saygı ve bir kültürdü.
Kadınların sigara içme kültürü de vardı evlerimizde. Gümüşten kapaklı fırçalı, tütünlükler vardı. Renk renk tütünlerimiz vardı, herkes kendine göre farklı bir tütün tercih ederdi. Tütünü sarmanın bir çok çeşidi vardı. Diyarbakır’ın ayva döneminde ayvalar kaynatılır ve hokkalara konurdu. Sigara sarmak için de bu ayva suyundan faydalanırdı, kadınların elleri kokmasın diye Sigara uçları bile ayrıdır, çengellidir. Herkesin kendine göre ayrı bir sigara sarma biçimi vardı. Sigara içmek kadınlarda ayrı bir kültürdür.
Konağa yıllar önce gelmiştim. Harap ve terk edilmiş haldeydi. Şu anda restore ediliyor. İki ay içerisinde restorasyonun tamamlanacağı, ardından da Kent Müzesi olarak hizmet vereceği söyleniyor. Cemilpaşa Konağı’nın Tarihi hakkında bilgi verebilir misiniz?
Benim bildiğim kadarıyla konağın 400 yıla yakın bir tarihi var. Son restorasyonda dört ev katılmış konağa. 1600’lü yılların başlarından bahsedebiliriz. Bölgedeki en eski yapı olduğunu söylenebilir. Karbon testiyle araştırma yapılırsa tarihin çok daha eskilere dayandığı görülecektir. Ara ara eklemeler olmuş zamanla, sürgündeyken evin yan tarafı satılmış. Hevsel bahçeleri, zamanında 55 altına satılmış eskiden Cemiloğlu ailesine aittir.
Cemilpaşazadeler ile ilgili olarak yazılan ve anlatılanlardan çıkan bir diğer önemli mesele de 1915 tehciriyle ilgilidir. 1915 sonrası yaşananlar neticesinde ortada kalan Ermeni çocukların, özellikle de kız çocuklarının koruma altına alındığı, bakımlarının üstlenildiği, hatta konakta bir tür sınıf ortamı oluşturularak okuma yazma eğitimi verildiği yazılıyor. Bu konuda siz neler söyleyebilirsiniz?
Son dönem Ermeniler çok gündemde, ben Suriye’de doğdum büyüdüm 15 yaşına kadar. Bütün çalışanlarımız Ermeni idi, her yerde onlar için ölümler varken bu mahallede, Cemilpaşa Konağı’nda her zaman korundular. Ermeni katliamında Kürtler’in hataları olduğu doğrudur. Ama Mustafa Bey, Cemil Paşa’nın en büyük oğlu, bu konakta çok sayıda Ermeni’yi koruma altına aldı. Sistemli ve kurumsal bir şekilde yüzlerce Ermeni kurtarılmıştır. Bundan dolayı Diyarbakır’a asla haksızlık edilmesin.
Bir gece yanımızda çalışanlar beni aldılar ve ben bir yıl Ermeni okulunda kaldım. Yatılı olarak İlkokulu o okulda bitirdim. Daha sonra beni Şam’a gönderdiler. Sonraları aile bir araya geldi. 1967’de bir yılbaşı öncesi 30 km mayınlı bir yoldan geçerek tekrardan Türkiye’ye döndük. Önce biz Ermenileri koruduk sonra da onlar bizi. Sürekli olarak Kürt isyanları var tarihimizde. Şeyh Sait isyanında orduya uçak hediye ettiğimiz için idam edilmediğimiz söyleniyor. Şeyh Sait inatla bu aileyi tanımadığını söylemiş. Geriye kalanlar sağ kalsın diye. 1946 yılında babam Mahabbad’ta Cumhuriyetin kuruluşunda ciddi emek veriyor, mücadele ediyor yaralanıyor ve daha sonra İngilizler’e teslim ediliyor. Sonra alınıp Suriye’ye getiriliyor ve babam idam edilmiyor. Ve birileri tarafından korunuyor. 1960’larda Bağdat’ta bir hapishane var oradan da kimse sağ kurtulamıyor. O cezaevinden de benim amcam sağ kurtuluyor. Her seferinde Melle Mustafa’nın 21 rütbeli adamla amcamı değiş tokuş ettiği söyleniyordu. Neden böyle bir değiş tokuş yapıldığını sorduğumda, bizim gibi ailelerin sağ kalması gerektiği söylendi bana. Amcam çıktığında ayakları kırıktı, ciğerlerinin yarısı alınmıştı. Babam yaşadığı acıları bana hiç anlatmadı. Ben bu zulümleri Kürdistan’a gittikten sonra öğrendim. Kürt halkı aileye sahip çıkarak kendi köküne de sahip çıkmış. Ailenin dahil olduğu dört büyük hareket var. Hepsinde ciddi kayıplar oluyor ama aileden ölümler olmuyor. İran’da Türkiye’de, Suriye’de ve Irak’ta varız her yerde mücadele etmişiz ve aktif olarak siyasetin içinde var olmuşuz.
Daha çok Bedirhani ve Cemilpaşa köklerinden gelenlere beyaz Kürtler denir. Beyaz olalım siyah olalım yeter ki var olalım!
Ailenize, Diyarbakır’a ve çözüm sürecine dair eklemek istedikleriniz var mı?
Ailem hep olduğu gibi kalmış. Suriye ye giden ailelere aylık bağlanıyor. Irak’ta parasızlık çektiğim çok zamanlar oldu. Çok yokluk çektim. Gidip insanlardan kolay kolay bir şey isteyemiyoruz. Bu durumdan da onur duyuyorum. Bizi sevsinler ya da sevmesinler ben hepsini çok seviyorum. Aleyhimizde konuşsalar bile. Sabahları çok iyi çalışmam lazım, dolayısıyla dedikodu bizde akşam 7’den sonra yapılır. Diyarbakır bir ekoldür, çok da umutluyum, her gelişimde umudum biraz daha artıyor. Amerika bile Kızılderilileri ataları olarak saymaya başladı, İnkalar’a kadar indiler. Bizim de daha fazla sahiplenmemiz gerekiyor. Yaprağın kökle ilişkisini unutmamalıyız. Burası bir çınardır ve herkese gölgesinde yer var.
Son olarak kurmuş olduğunuz İş Kadınları Derneği hakkında da bilgi verebilir misiniz?
Özel sektöre kadınları çekmek çok zor. Erbil’in köklü ailelerinin kadınları var onlarla başladık bu işe. Orada bütün dernekler devlet tarafından desteklenir. Dernek sayısı çok fazla. Belirli kriterler belirledik üye olacak kadınların şirket sahibi olması gerekiyor, karar verme yetkisine sahip olması gerekiyor. Şirketinin en az iki yaşında olması lazım ve en az 5 çalışan bulundurması gerekiyor. Ciddi bir kadın lobisi oluşturmaya çalışıyoruz. Nevin IL hanımı (DOĞÜNKAD-Doğu ve Güneydoğu İş Kadınları Derneği Başkanı) bu konuda çok tebrik ediyorum müthiş bir iletişim gerçekleştiriyoruz kendileriyle. Konferanslarımızı birlikte gerçekleştiriyoruz çok iyi işbirliği içindeyiz. Suriye’den gelen kadın gettolarıyla da ilişki içerisindeyiz. Eninde sonunda bir temsil hakkı oluşuyor. Benim görevim bunu başlatmak, bir yıl daha bunu yürütürüm bir yıl sonra yerime başka bir arkadaş geçecek her kadının bunun için kendisini hazırlaması gerekiyor. İşin içerisine dahil olmak gerekiyor. Buraya gelişimizin nedeni de karşılıklı bir işbirliği yapmaktı ve gayet olumlu geçti. İkinci çalışmamız ortak bir şirket kurmak. Organik bir yapı oluşturmak. Oda olarak da sizin de üzerinize çok iş düşüyor. Bu dönemde gündem çok hızlı değişiyor. Herkes üzerine düşen görevleri yerine getirmek durumunda.